Sayfalar

19 Mayıs 2016 Perşembe

Ege’ nin en büyük ve en güzel adası, GİRİT




               Ege’ nin en büyük ve en güzel adası; GİRİT


19 Mayıs Perşembe gününe denk gelince cumayı da katarak hafta sonuna bağlanan dört günlük bir tatil olasılığı içimizdeki gezginin kanatlarının pırpır etmesine çoktan yol açmıştı bile. Yaptığım araştırmalar sonucunda yakın olsun, zahmetsiz olsun bir de tabi keyifli olsun diye diye gazetede gördüğüm “19 MAYIS’TA GİRİT TURU…” ilanına odaklanmam ve odaklanmamla beraber eşimi ikna edip turu satın almam arasında 8 saatten az bir süre vardı...

Aslında tur ile bir yerlere gitmeyi çok sevmiyorum ama ne yazık ki çok görmek istediğim bir yer olan Girit’ e ne yazık ki normal şartlar altında direk uçuş bulunmamakta... Aegean Havayolları normalde Atina üzerinden aktarmalı olarak Girit’e götürüyor İstanbul yolcularını. Ama bu turun en güzel özelliği uçağın Sabiha Gökçen’den Girit’e direk uçacak olması. 1saat 10 dk sürecek kısa bir yolculuk sonrası tatilimiz başlayacak yani…

Genelde seyahatlerimden önce her zaman tedbirliyimdir. Yani ne bileyim önceden başımıza gelebilecek aksilikleri düşünür ona göre planlama yapar, tüm otel, uçak, tren vs rezervasyon bilgilerimi bastırır, gideceğim yerlerle ilgili notları düzenli bir şekilde kağıda bastırıp yanıma alırım. Yurtdışı çıkış harçlarımızı her ne kadar havaalanında temin etme şansımız olsa da mutlaka birkaç gün önceden bankaya yatırıp makbuzlarını pasaportlarımızın içine ataşlarım vs. vs…

İşte bu seyahate çıkarken ne olduysa, iş yoğunluğumu desek, unutkanlık mı desek ne desek bilemiyorum yurtdışı çıkış harcını havaalanında hallederiz diye düşündüm. Uçağımız 11:00’ deydi ve havaalanında erken olacağımız için çok fazla sorun olmayacağını düşündüm ama düşünmez olaydım. 08:00 gibi arabamızı park edip havaalanına girer girmez o mahşeri kalabalık ile karşılaşmamız bir oluyor. Daha ilk güvenlik kapısından girdiğiniz anda kalabalık bir insan topluluğu ama sıra halinde dizilmiş bir şekilde bizi karşılıyor. İlk şoku atlatır atlatmaz hemen harç pulu kuyruğuna giriyorum. Nispeten diğer kuyrukla karşılaştırınca daha kısa ama yine de bir hayli uzun sayılır. Fakat hızlıca ilerliyor. Diğer kuyruğu ise gözünüzde canlandırmanız açısından şöyle söyleyeyim, Sabiha Gökçen dış hatlar girişini bilenler bilir. Bu girişten sağa Simit Sarayına doğru uzayan kuyruk oradan dönüp döviz büfelerinin önünden ana girişteki birinci kontrol noktasına kadar geliyor. Bu arada bu kuyruğa girmeden öncede hatırı sayılır bir check-in kuyruğu olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Pul kuyruğu çabuk ilerliyor, hemen yurt dışı çıkış haracımızı (pardon harcımızı) yatırıp check-in sırasına önceden girmiş olan eşimin yanına geliyorum. Çok kısa bir sürede check-in’ imizi yaptırıp o hiç ilerlemeyen kuyruğa girmek için ilerlerken, önceden uçağa binişlerimde görüp de hiç kullanmadığım “Fast-track” diye bir servis olduğu aklıma geliyor. Dış hatlar girişinin yanına doğru gidiyorum. Çok kısa bir sırası var. Gözlerim parlıyor, hemen 30 TL karşılığında Fast-track biletlerimizi alıyorum ve sıramıza giriyoruz. Önümüzde 20 belki de en fazla 30 kişi var. Ama en az bir-birbuçuk saat kazanıyoruz. Geçiş yaparken görevlinin “biletlerinizi saklayın, dönüşte de kullanabilirsiniz…” demesi dönüşte pasaport giriş kontrolündeki olası kalabalığı göz önüne getirdiğimde sevincimi bir anda ikiye katlıyor.


Keyifli bir uçuş sonrasında Aegean Havayolları bizi Girit’ e (Heraklion) ulaştırıyor. Çok sorunsuz bir şekilde gümrük kontrolünden geçip bavullarımızı alıyoruz ve dışarıda bizi bekleyen otobüslerimize yerleşip turun ilk gününü geçireceğimiz Heraklion (Kandiye) şehir merkezine doğru yola çıkıyoruz. Heraklion zaten iniş yaptığımız havalimanının da olduğu 150.000 nüfusu ile Girit’ in en büyük, Yunanistan’ ın ise 4. Büyük şehri. Osmanlı döneminde Kandiye ismi ile anılıyor. 




Heraklion N. Kazancakis Havalimanı



Benim planım zaten bugünü Heraklion’ da geçirmek ve daha sonra bir araba kiralayarak önce doğuya Agios Nicolas’ a sonra Knossos antik kentine, sonraki iki günde de adanın batısında bulunan Retyhmno (Resmo) ve Chania (Hanya) şehirlerine gitmek. Yani tur ile ilişkim sadece otel ve uçak imkanlarını kullanmak oluyor. Çok da iyi yapıyoruz, zaten tur benim yaptığım bu programı ekstra ücretler alarak yaptırdığı için biz hem daha özgürce gezmiş hem de daha ekonomik davranmış oluyoruz. 

Girit Yunanistan’ ın en büyük, Akdeniz’in ise beşinci büyük adası. Nüfusu yaklaşık 650.000 kişi olan Girit, Avrupa’nın en büyük uygarlıklarından biri olan Minos uygarlığına da MÖ 3000-1400 yılları arasında ev sahipliği yapmış gerçekten büyük bir ada. Ada halkı zaman zaman Yunanistan’ dan ayrılıp özgürlüklerini ilan etmek istese de, sanırım şu an anakara ile beraber içinde bulundukları kriz dönemi bu isteklerini bir nebze törpülüyor olsa gerek. Girit adasında dönem dönem hüküm sürmüş olan Venedik ve Osmanlı esintilerini adanın her tarafında yer yer hissedebiliyorsunuz. Heraklion’ un tam ortasında şehrin buluşma noktası olarak da adlandırılabilecek Arslanlı Çeşme (Morozini Çeşmesi) tümüyle Venedik izlerini yansıtıyor.






Arslanlı Çeşme (Morozini Çeşmesi)

Arslanlı Çeşmenin olduğu meydanı arkanıza alıp sol tarafa yürüdüğünüzde denize doğru uzanan cadde "25 Ağustos caddesi"... Sağlı sollu kafeler ve dükkanların yer aldığı güzel bir cadde. Tam caddenin başladığı yerde sağ tarafa doğru baktığınızda ise "İzmir Kebap" dükkanını görebilirsiniz. Burada bir şey yemedim ama yurt dışında yerel lezzetlerimizi özleyen varsa deneyebilir.




25 Ağustos Caddesi...




İzmir Kebap...



"Plateia Elefterias" (Özgürlük Meydanı) ise insanların nefes aldıkları küçük bir meydan. Aynı zamanda Arkeoloji müzesine de çok yakın. Arkeoloji Müzesini gezdikten sonra müzenin gayet gölge ve hoş olan kendi bahçesinde de dinlenebilirsiniz. Zamanımız çok geniş olmadığı için müzeyi gezmiyoruz ama bahçesinde biraz soluklanıyoruz. Bahçede kullanabileceğiniz ücretsiz Wi-Fi hizmeti de mevcut. 

Heraklion deniz kıyısında bir liman şehri olsa da bana sanki deniz ile küs bir şehir gibi geldi. Hani bazı şehirler vardır, liman, gümrük vs tüm sahili kaplamıştır. Şehrin neredeyse denizle bağını koparmıştır ya işte öyle. İhtişamlı Heraklion Kalesi ile koruma altına alınmış küçük bir marinası var elbette ama önünden geçen yol ve deniz kenarında herhangi bir işletme, dükkan vs olmaması şehir ile denizin tüm bağını kopartmış bence. Bana soğuk geldi. Yani bir Midilli kıyılarının, bir İzmir kordonunun, bir Selanik ambiyansının esamesini göremiyorsunuz.





Heraklion Limanı


25 Ağustos caddesinden denize doğru yürürken sağ tarafta önce Asiller Locasını görüyorsunuz. Bu bina 1211-1669 yılları arasında adada hüküm sürmüş olan Venedik dönemine ait bir bina. O zamanın ekonomik, politik meselelerin tartışıldığı bir Loca. Daha sonra hemen arkasında kalan Agios Titos Kilisesini görüyorsunuz.




Asiller Locası...




Agios Titos Kilisesi...

Arslanlı Çeşme' yi sağ tarafınıza alıp yukarı doğru ana caddeyi geçip 600 - 700 m yürüdüğünüzde ise "Aziz Minas (Saint Minas) Katedraline" ulaşıyorsunuz. Bence Heraklion' un en güzel yapılarından bir tanesi.




Aziz (Saint) Minas Katedrali...




         


Katedralin içinden...




Aziz (Saint) Minas Katedrali...


Avlu çok kalabalık, sanırım bir düğün veya cenaze var. Ortamın sakinleşmesini beklemek ve biraz da dinlenmek için avluda bekliyoruz. Sonra avlunun kapısına yanaşan cenaze aracını görünce kalabalığın toplanma amacını anlıyoruz. Giriş kapısındaki kalabalık biraz azalınca katedrali gezmek için içeri giriyoruz. Çok ihtişamlı olmasa da küçük ama güzel bir katedral.






                              



Aziz (Saint) Minas Katedralinin içinden...

Çıkarken merhumun ailesini kapının çıkışında oturmuş taziyeleri kabul ediyor olarak görüyoruz. Bizde ellerini sıkıp bir fatiha gönderiyoruz ölen kişinin ardından, herkese tadı bize hiç de yabancı olmayan toz şekerli bir kurabiyeyi ıslak mendil ile birlikte jelatinlenmiş olarak veriyorlar. Bize de tanımadığımız merhumun kurabiyesini yemek düşüyor enteresan bir şekilde.

Katedralden çıkıp tekrar denize doğru yürüdüğünüzde önce Valide Sultan Camii Şadırvanını görüyorsunuz. Önceleri etrafı masa sandalyeler koyulup kafe olarak işletilen bu Osmanlı Şadırvanı şu an tadilatta olduğu için kapalıydı.


Valide Sultan Camii Şadırvanı

Şadırvandan aşağı doğru yürüdüğünüzde ise Heraklion' un Mısır Çarşısı diyeceğimiz sağlı sollu dükkanların bulunduğu bir sokaktan geçiyorsunuz. Bu sokakta Girit' lilerin yemek öncesi shot bardakları ile içtiği yüksek alkollü ama su ile karıştığında beyazlaşmayan "Rakı" nın (Tsikouda) her türlü meyveli şeklini veya sek olarak satın alabilirsiniz. Ayrıca her türlü hediyelik eşya alışverişinizi de buradan 25 Ağustos caddesine oranla daha uygun fiyatlar ile karşılayabilirsiniz. Heraklion turumuzu bitirince iyice yorulduğumuzu hissedip Arslanlı çeşmenin olduğu "Lion Square" Meydanına dönüp meydandaki kafelerden birine oturuyoruz. Kendime büyük eşime de küçük boy buz gibi soğuk birer Mitos birası söylüyoruz. Ayrıca patates kızartması ile kendimizi şımartıyoruz. Bahçede olmamıza rağmen kafenin ücretsiz Wi-Fi' yı biralarımızı yudumlarken internet ihtiyacımızı karşılayacak kadar güçlü...



Akşam otelimize döndüğümüzde hemen otelin karşısında bulunan araba kiralama şirketinden yarın ve ertesi gün için ihtiyacımız olacak küçük bir araba kiralıyoruz. Bu arada otelimiz Hersonissos şehrinde. Hersonissos Heraklion' un doğusunda Malia ile Heraklion (Iraklio) arasında aynı Marmaris' in sahil şeridi gibi konumlanmış Girit' in turistik bir kasabası.



Girit 

Adada araç kiralama ile ilgili çok fazla şirket var, araç bulamama vs. gibi bir sıkıntı çekeceğinizi zannetmiyorum. O yüzden önceden rezervasyon yapmak gibi bir ihtiyaç duymayacağınızı düşünüyorum. Ada yollarına da uygun olacağını düşündüğüm Toyota Aygo marka kırmızı aracımızı günlüğü 30 €' ya kiralıyoruz. Araç kiralama şirketinde bize yardımcı olan Irina işlemlerimizi çok çabuk bir şekilde hallediyor. 




Kırmızı Aygo' muz...

Ayrıca Irina isteğim üzerine kocaman bir Girit haritası üzerinde görmemiz gereken yerleri ve mesafeleri ne kadar sürede alabileceğimizi işaretliyor. Üstüne akşam yemeği için bize güzel bir restoran tarif ediyor ve kendi ismini verirse %10 iskonto alacağımızı da söylüyor. "Petalina..." 


Öyle çok acıkmışız ki bir an önce kendimizi restorana atıp Yunan mezeleri, deniz mahsülleri ve Uzo ile buluşmaya can atıyoruz. Neyse ki çok uzak değil kolayca buluyoruz. Saat neredeyse 21:00' i geçiyor ve biz ancak masaya oturuyoruz. Gerçi Yunan yemek kültürüne alışık olanlar bilirler burada akşam yemeği için çok da geç bir saat değil. Petalina Restoran deniz kenarında ancak balkon gibi terası sayesinde sanki denizin tam üstündeymiş gibi yemek yiyebiliyorsunuz. Sonradan Arnavut olduğunu öğrendiğimiz restoranın sahibi kapıda bizi karşılıyor, Irina' nın selamını kendisine iletiyoruz o da bizi en öndeki güzel masalardan birine buyur ediyor, zaten çok kalabalık değil bizden başka iki masa daha var. Garsonumuz sevgili Nikos' a hemen bir yeşil Barbayanni Uzo söylüyoruz. Ortaya Feta peynirli bir Greek Salat, Cacıki, Kabak Çiçeği dolması, Girit Ezmesi, Fava mezeler olmazsa olmazımız. Sırayla Kalamar ve Karidesimiz de gelince eşimle birlikte bu güzel Ege akşamında Ege denizinin kıyısında böyle güzel bir sofrada birlikte olmanın keyfini çıkartıyoruz. Keyifli geçen gece aynı zamanda hızlı da geçiyor. Saatin 00.00' ı geçmesi ile birlikte Nikos' un denememizi ısrarla söylediği ve ne kadar hayır desekte ikram ettiği bardakta köpük çikolatalı ve kedi dilli muhteşem tatlıyla birlikte içtiğimiz köpüklü Yunan Kahvesi ve Metaxa ile geceye noktayı koyuyoruz. Hesap son derece uygun; 46,90 € % 10 Irina özel indirimi ile 42.20' e düşüyor. Bahşiş dahil 45 € Nikos' u da bizi de mutlu ediyor. 


Sabah erken kalkmış olmanın verdiği yorgunluk ile Uzo' nın vermiş olduğu tatlı mayhoşluğa daha fazla dayanamıyor vücudumuz, bir an önce otelimize gidip uykunun tatlı kollarına bırakıyoruz kendimizi...




Hava kararmadan önce...



Hava karardıktan sonra...



                 



Uzo ile başlayan gecemiz kahve ve Metaxa ile bitiyor...



Ertesi gün kahvaltımızı yapıp yola çıkıyoruz. Planımız önce Heraklion' un hemen güneyinde yer alan Knossos Antik kentini ziyaret etmek sonra adanın doğusuna doğru gidip Agios Nikolaos ve Elounda kasabaları ile Venedik döneminin en güçlü kalelerinden birini barındıran Spinalonga Adasını ziyaret etmek. 

KNOSSOS:

M.Ö. 2000 yılında inşa edilen o dönem adada hüküm süren Minos Krallığının başkenti Knossos Antik şehrinin Sarayını ziyaret etmek üzere otelimizin bulunduğu Hersonissos kasabasından batıya Heraklion' a doğru yola çıkıyoruz. Girit adası batıdan doğuya 250 km. Adanın kuzeyinde bu doğrultuda kullanabileceğiniz ücretsiz bir otoyol var. Zaman zaman bir gidiş bir geliş şekline de düşse asfaltı güzel, kullanışlı ve rahat bir yol. Zaten enteresan bir şekilde eğer bir aracın arkasına gelirseniz bu araç emniyet şeridine doğru sağa kayıp size yol veriyor ve sollama sıkıntınızı dolayısıyla kaza riskinizi azaltıyor. İstisnasız her araç bu kurala uyuyor. 


Rahat bir yolculuktan sonra Heraklion şehrine geldiğimizde Knossos Antik Şehrinin tabelasını görüp otobandan ayrılıyoruz. Dar ama asfalt ara yollardan güneye doğru tırmanıyoruz. Otoyol çıkışından sonra 5-6 km bir mesafe, 10-15 dakika sonra Knossos Antik kentinin otoparkındayız... Girişte çok kısa bir bilet kuyruğu var ancak sıra hemen ilerliyor. 8 € giriş ücretini ödeyip içeri giriyoruz. 





Knossos Açık Hava Müzesi giriş...

Knossos, ilk çağda Girit' te hüküm süren Minos uygarlığının merkezi ve başkenti. Kairato Vadisinde şimdiki adıyla Kandiye (Heraklion) şehrinin güneyinde adayı kuzeyden güneye doğru bölen yolun üzerine kurulmuş bir şehir. Şehrin tam merkezinde Knossos Sarayı bulunuyor. Sarayın tam ortasında büyük bir avlu ve bu avluyu çevreleyen yüzlerce oda ve koridorlar bulunmakta. Sarayın dışına doğru da hiyerarşik olarak asillerin konakları daha geride tüccarlar, gemiciler ve en sonda da işçilerin oturdukları mahalleler sıralanmakta. Genelde yapılar bitişik nizam olarak konumlandırılmış ve kentin çevresinde sur bulunmuyor. M.Ö. 2200 yıllarında kurulmuş olan kent, M.Ö. 1700 ve M.Ö. 1600 yıllarında iki büyük deprem geçiriyor. M.Ö. 1400 yıllarında da Akaların saldırıları sonucunda da çok büyük hasar görüyor. Ancak her seferinde yeniden onarılıyor, M.Ö 4. yüzyıla kadar da varlığını koruyabiliyor. 




Knossos Sarayı ve Antik Kent İllüstrasyon


Kapıdan içeri girdikten sonra önce çiçeklerle sarılmış çatısı olan gölge bir koridor sonra geniş bir boşluk alan sizi karşılıyor. Sol tarafta su deposu olarak kullanılmak üzere inşa edildiği sanılan büyük silindirik çukurlar bulunmakta, sağ tarafta ise yıkıntılar çam ağaçlarının arasında hemen göze çarpmaya başlıyor. Hatta çam ağaçlarının arasında dikkatli bakışlarla tavus kuşlarını da yakalayabilirsiniz.



Knossos' a giriş






Tavus kuşları





Güzelce işaretlenmiş yolları ve yönlendirme işaretleri ile girişten itibaren çok düzenli bir şekilde antik kenti dolaşabiliyorsunuz. Yapıların ayakta kalmış kısımlarında özellikle sütunların düzgünlüğü ve renkleri dikkat çekici...








                                  


Muhteşem sütunlar...




Renk öğesi her yerde çok etkileyici bir şekilde kullanılmış...




Özellikle taş işçiliği çok başarılı...






Taşıma kabı olarak kullanılan Anforalar...






Knossos Sarayı ve Antik kenti için şunu söyleyebilirim, eğer Girit'e geldiyseniz kesinlikle görmeniz gereken bir yer. Mutlaka ziyaret etmenizi isterim...

Knossos ziyaretimizi bitirip tekrar yola çıkıyoruz. Adanın doğusuna doğru gideceğiz, ancak ana yola çıkmak için önce kuzeye Heraklion' a doğru çıkıp sonra doğuya dönmemiz gerekiyor. Anayola çıkıp yola koyuluyoruz, istikamet Agios Nicholos...

AGIOS NICHOLOS: 

Doğuya doğru anayolda ilerliyoruz. Aşağı yukarı 60 - 65 km bir yolumuz var. Zaten keyifli bir yolculuk sonrasında 45-50 dk sonra Agios Nicholos' a varıyoruz. Nüfusu 20.000 civarında olan bu şehrin girişi sırasında yukarıda arabanızı sola park edip koyun ve Voulismeni gölünün muhteşem manzarasını izlemenizi ve fotoğraflamanızı kesinlikle tavsiye ederim.





Voulismeni Gölü





Agios Nicholos' a ve Voulismeni gölüne yukarıdan bakış... 


Voulismeni Gölü



Bu enfes manzarayı iyice özümsedikten sonra aşağı doğru şehrin merkezine iniyoruz. Merkeze çok yakın bir sokakta arabayı park edip (3€) bu şirin kasabanın sokaklarında yürümeye başlıyoruz. En revaçta olan yerler yukarıdaki fotoğrafta da göreceğiniz gibi iki ayrı kıyı şeridi var. İkisinde de denizin kenarında kafeler ve restoranlar bulunmakta. İki kıyı bir köprü ile birbirine bağlanıyor, ortada görülen büyük su birikintisi ise Voulismeni gölü. Son derece doğal, durgun ve sessiz bir şekilde sizin yediklerinize ve içtiklerinize eşlik ediyor. Esnafın söylediğine göre göl o kadar derin ki Naziler adadan çekilirken tanklarda dahil olmak üzere tüm askeri araç gereçlerini bu göle atmışlar. ancak sonradan yaptığım ufak bir araştırmada gölün en derin yerinin 64m olduğunu öğreniyorum. Biz gölün her iki tarafını da şöyle bir dolaştıktan sonra yukarıdaki fotoğrafta sol tarafta kalan bölümde bir kafeye oturup soğuk birer Mythos (Yunan birası) eşliğinde manzaranın tadını çıkartıyoruz.


  




Göl kenarında kafeler...


                              

Mythos ve ben... 

Agios Nicholos' un deniz kenarında yürürken denizin temizliği ve berraklığı son derece göz alıyor. Hakikaten o kadar temiz, berrak ve güzel bir rengi var ki insanın kendini sulara bırakması işten bile değil...








Agios Nicholos' un tertemiz ve berrak denizi...

Agios Nicholos çok keyifli bir kasaba, burada bir miktar zaman geçirdikten sonra Elouda ve sonrasında da Spinalonga adasına ulaşmak için Plaka kasabasına doğru yola çıkıyoruz. Aslında Spinalonga Adasına buradan ve sonradan da göreceğimiz üzere Elounda' dan da motorlar kalkıyor ama biz adaya en yakın olan Plaka kasabasından geçmeyi tercih ediyoruz. Hem bir kasaba daha fazladan göreceğiz hem de Kınalıada' ya Bostancı' dan gitmek varken, Beşiktaş' tan veya Avcılar' dan motora binmek gibi bir mesafenin önüne geçiyoruz. Gerçi İstanbul trafiğinde deniz yolunu kullanmak daha mantıklı ama burada trafik olmadığı için karayolu daha hızlı bir seçenek.

ELOUNDA: 

Elounda Agios Nicholos' un 10 km kuzeyinde küçük bir balıkçı kasabası. Arabayla 15-20 dakikada Elounda' ya ulaşıyoruz. Elounda çok yüksek olmayan en fazla iki üç katlı binaları, plajları ve kıyı şeridindeki restoranları ile çok hoş bir kasaba. Arabamızı park edecek bir yer bulabilmek için sahilde bir tur atıyoruz hemen kıyının kenarında bir otopark var ama kapısında duran kişinin İngilizce tek bir kelime etmeden Yunanca konuşmasına rağmen otoparkta yer olmadığını bana anlatması zor olmuyor ya da ben öyle anlıyorum. Biraz daha ileri doğru gidince daha uzakta ama ücretsiz bir otopark bulunca da adamın ne dediğinin hiç bir önemi kalmıyor zaten. Sahilde biraz yürüyüş yapıyoruz sonra iyice acıkan karnımızın çağrısına uyarak gözümüze kestirdiğimiz ücretsiz Wi-Fi hizmeti de veren küçük ama keyifli bir cafe-restorana oturuyoruz. Eşim zeytinyağlı tabağı söylüyor kendine ama benim gözüm yan masaya gelen yuvarlak tombul kenarlı pizza gibi ama pide görünümlü iştah açıcı şeye kayıyor. Garsona kendim içinde bir tane ondan (!) söylüyorum. Pizza değil, entresan bir isim söylüyor garson ama aklımda kalmıyor bile. Bu sefer yemeğimin yanında görüntüsü bile insanı serinleten buzlu bardakta Amstel birayı tercih ediyorum.










Elounda liman...






Öğlen yemeği ödülüm...



Karnımız doyunca üzerine birer tane de Yunan Kahvesi içip biraz daha kuzeye Plaka kasabasına doğru yola çıkıyoruz.



Elounda harita... 




PLAKA VE SPINALONGA ADASI:


Elounda ile Plaka kasabası arası da 5 km civarında aşağı yukarı 10 dakikalık bir mesafe. Çok kısa sürede Plaka sahilindeyiz. Deniz kenarı boyunca uzanan küçük bir yerleşim yeri. Deniz kenarında küçük ama şirin restoranlar var. Arabamızı yine ücretsiz bir otoparka bırakıyoruz. Adaların en sevdiğim özelliklerinden biri bu, kimse otopark parası peşinde değil...




Kıyı şeridinde cafe restoranlar... 






Ahtapotlar akşam yemeğine hazırlanıyor... 





Mükemmel deniz ve bizi adaya götürecek tekneler...





Plaka kıyısından Spinalonga Adası... 





Tekneden Spinalonga Adası... 

Spinalonga' ya giden teknelere ulaşmamız çok zamanımızı almıyor. Üstteki fotoğrafta da göreceğiniz iki tekneden biri ile kişi başı 8€ karşılığında Cüzzam Adasına yolculuğumuz başlıyor. Fiyat gidiş dönüş. Adaya doğru giderken denizin esintisi biraz bizi ferahlatıyor, çünkü Mayıs ayı olmasına rağmen hava bir hayli sıcak. Çok kısa bir süre sonra adanın iskelesine yanaşıyoruz. Bu arada Elounda' dan ve Agios Nicholos' tan gelen daha büyük teknelerde adaya turistleri taşıyorlar. İskeleden inince hemen karşınızda gişeyi görebilirsiniz. Giriş ücreti 8€. Tekne ücreti ile bir bağlantısı yok ikisini de ayrı ödüyorsunuz. Adayı gezip dolaştıktan sonra belki ihtiyacınız olacaktır sağda ufak bir kafede taze sıkılmış meyve suları satılıyor. Ayrıca tuvalette mevcut. 

Spinalonga adası aslında Kalydon adasının kuzeyindeki Spinalonga yarımadasının tam kuzey ucundaki bir parçası imiş. Venedik belgelerine göre 1526 yılında Elounda antik limanının ve dolayısıyla körfezin girişinde bir muhafaza kapısı yaratmak üzere yarımadadan koparıldığı iddia ediliyor.

1578 yılında Venedikli mimar Genesse Bressani ile adanın yerleşim yerlerinin planlanması için anlaşılıyor. Mimar Bressani adanın kuzey ve güneyinde en yüksek bölgelere ahşap evler yapıyor ve koruma amaçlı olarak da adanın tüm çevresi boyunca yer alan surları inşa ettiriyor. Ancak kıyıya yakın bölgelerde alçalan surların aşılmasının düşman tehditlerine yeterli olmayacağını anlayan Venedikliler 1584 yılında bu tür kısımlardaki surları yükseltiyorlar. Öyle ki 1645-1669 yılları arasında Venedikliler ile Osmanlılar arasındaki Girit savaşında Girit' in Osmanlıya teslim edilmesine rağmen yapılan anlaşma ile Spinalonga Venediklilerin elinde kalmaya devam etti. 1715 yılına kadar Venediklilerin himayesinde kalan Spinalonga kalesi bu tarihte Osmanlılarca ele geçirilerek adadaki son Venedik izi de silinmiş oldu. 1878 Girit isyanı sırasında ada Hıristiyan misillemesinden korkan bir çok Osmanlı ailenin sığınma yeri oldu. 1881 yılında 1112 Osmanlı adada kendi topluluğunu kurdu ancak 1903 yılında da son Türkler adadan ayrıldılar. Bu tarihten 1952 yılına kadar ada Avrupa' da oldukça etkili olan Cüzzam hastalığını karantine etmek amacıyla cüzzamlı kolonilerin bırakıldığı bir yer oldu. Adanın son oturan kişisi ise yunan ortodoks bir rahipti o da 1962 yılında adayı terk etti. Bu gün ise terk edilmiş ıssız ada şeklinde turizme hizmet vermekte. 


Spinalonga adasının tünel şeklinde bir girişi bulunuyor. Adı "Dante Kapısı"



                                  


Dante Kapısı





Taş yapıların güzelliği dikkat çekici, girişten itibaren adayı çevreleyen sur boyunca ilerliyoruz. Adayı tam tur şeklinde dolaşıp tekrar başladığımız yere döneceğiz. Dolaşırken "Burada zamanında neler yaşandı? Ne acılar çekildi kim bilir?" diye düşünmeden de edemiyoruz.





















Küçük ziyaretçi gözleriyle beni takip ederek kendini fotoğraflamamı adeta sessiz bir şekilde dile getirdi...


Tüm adayı surları takip ederek dolaşıp tekrar girişe doğru geliyoruz. Burada adada çeşitli dönemlerde yaşayan kişilere ışık tutacak eşyaların da bulunduğu küçük bir müzede bulunmakta. Bu müzede benim en çok dikkatimi çeken şey 9 taş ve benzeri taşla oynanabilen zeka oyunları için düzenekler hazırlanmış olmasıydı. Aşağıda en alttaki resimden de anlaşılacağı gibi Spinalonga Adası hakikaten kaçışın zor olduğu bir ada. Dolayısıyla çeşitli dönemlerde bir şekilde bu adada kalan insanlar cüzzamlı da olsalar, sağlam da olsalar en azından akıl sağlıklarını korumak için kendilerini zeka oyunlarına vermişler anlaşılan...






Spinalonga Müzesi...





9 taş oyunu...





Spinalonga Oyunları...





Spinalonga' dan kaçış yok!...



Allahtan biz bileti gidiş dönüş almıştık da adadan rahatça çıkabileceğiz. :) 


Turumuzu bitirip iskelenin orada teknemizin gelmesini bekliyoruz. 45 dakika içerisinde karşıya gidip geliyorlar. Şansımıza 10 dakikalık bir bekleme sonucunda teknemiz iskeleye yanaşıyor. Son yolcularını indiriyor. 18:00' den sonra seferleri durduruyorlar çünkü. Yine esintili ve keyifli bir yolculuk sonrasında Plaka' ya dönüyoruz. Arabamıza atlayıp otelimizin olduğu Hersonissos şehrine dönüyoruz. Girit' teki ikinci günümüz yine Hersonissos' ta deniz kenarında Yunan mezeleri, kalamari, ahtapot ızgara, barbun tava ve Uzo ile sonuçlanıyor. Akşam yemeğimizi yerken bugün gerçekten yorulduğumuzu hissediyoruz ama çok keyifli olduğunu da yadsıyamıyoruz. Yarın için gerekli enerjiyi toplamak üzere kahvelerimizi içip otelimize dönüyoruz.

CHANIA veya HANYA:

Bugün Girit' teki üçüncü günümüz. Planımız adanın batısına doğru gitmek ve Chania (Hanya) ile Rethymo (Resmo) şehirlerini gezmek. Hersonissos ile Retyhmo arası 100 km. Retyhmo ile Chania arası da 60 km. O yüzden biz önce 160 km yol yapıp Chania' ya gitmeyi sonra 60km geri dönüp Retyhmo' yu gezmeyi planlıyoruz. Bakalım planımız nasıl işleyecek? Yoksa Hanya'yı Konya'yı göreceğiz... 

Evet günlük hayatımızda çok kullandığımız bu tabir yani "bir işin gerçek yönünü görüp de aklı başına gelmek" işi bu adaya kadar dayanıyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında değiştirildiği söylenen cümlenin aslının "Hanya'yı Gonia'yı görmek" ya da "Hanya'yı Kandiye'yi görmek" şeklinde olduğu söyleniyor. Sözün aslı Osmanlı'nın defalarca kuşatıp da alamadığı bu Girit şehri ile bağlantılı; bir şey çok istenip de yapılamadığı zaman, "çok ısrar ettin başaramadın, bak başına neler geldi!..." anlamında kullanılmış. Gonia ise Retyhmo şehrine yakın bir kasaba ve küçük bir manastırı var. Kandiye ise girişte de anlattığım gibi Heraklion' un Osmanlı' ca ismi...

Hanya' ya ulaşmak aşağı yukarı 2 - 2,5 saat sürecek, Heraklion' dan sonra yol biraz daha daralıyor, iki şerit gidiş-iki şerit geliş olan yol bir şerit gidiş-bir şerit gelişe dönüyor, ama yine de çok güzel ve kaliteli asfalt.




Girit'in güzel asfalt yolları...

Önce Hanya' ya gitmek sonra dönerken Resmo' ya uğramak istiyoruz. Ama gidiş yolundayken Resmo' dan önce küçük bir köy olan Fodele' ye de uğramak istiyoruz. Heraklion' dan çıktıktan çok kısa bir süre sonra Fodele tabelasını görüyoruz. Bir müddet dar bir yolda devam edince karşımıza arabayı bırakabileceğimiz bir meydan çıkıyor. Zaten köy meydanı da biraz ileride. Arabayı park edip yukarı doğru yürürken bizim turun rehberine ve ekibe rastlıyoruz, onlar da ziyaretlerini tamamlamış otobüse dönüyorlar. Fodele portakal, limon bahçeleri arasında çok şirin ufak bir köy. Kenarından ufak bir nehir akıyor. Yol boyunca evlerin çoğu el işlerini sergiledikleri dükkanlara dönüştürülmüş. Kadınlar tezgahların başında el zanaatlarını gelen turistlere gösterme peşindeler. Biraz göz ucuyla bakıyoruz ama hiç alıcı değiliz. Biraz ileride nehrin kenarında oturabileceğimiz bir kafe görüyoruz. Hemen iki tane sade kahve ile soluklanıyoruz. Sonra yola devam.




Fodele portakal bahçeleri...




Fodele el işi tezgahları...

Fodele' den çıkıp Hanya' ya doğru yola koyuluyoruz. Yolda Kalyves' de bir deniz molası verebiliriz. Denizin ve kumsalının çok iyi olduğunu duyduk tur boyunca. Aşağı yukarı 1,5 saat sonra Kalyves' e varıyoruz. Araba ile hemen sahilin yanına kadar inebiliyorsunuz. Hatta sahilde bir şeyler yiyebileceğiniz restoranlar da mevcut. Hemen yakındaki bir parka arabamızı park ediyoruz. Sahildeki kabinlerde mayolarımızı giyip 2016 yılının deniz sezonunu Girit' te açıyoruz. Çok temiz ve serin bir suyu var. Yazın bu kadar serin olmayacaktır mutlaka ama hoşuma gidiyor...




Kalyves' de deniz sezonu açılır...


Hanya' da aracımızı paralı otoparka park edip hemen kıyı şeridine doğru iniyoruz. Girişinde Osmanlı döneminde inşa edilmiş Mısır deniz fenerinin bulunduğu korunaklı Venedik limanının kenarındaki binaların altları hediyelik eşya satan dükkanlar, cafeler ve restoranları ile cıvıl cıvıl. Binaların hemen hemen hepsi bence son derece bakımsız. Ancak renkleri biraz olsun bu bakımsızlıklarını örtüyor. Kordon boyunca biraz yürüyüş yapıyoruz. Sonra geri dönüp bu sefer fenerin olduğu tarafa doğru yürüyoruz. Bu tarafta fenerin yanında halk arasında "Yalı Camii" olarak da bilinen "Küçük Hasan Paşa Camii" bulunmakta. 


Hanya kenti yıllar boyunca ticaret alanında önemli bir kent olması dolayısıyla kent merkezine yakın bir limana her zaman ihtiyaç duymuş. Bir çok kez kente liman inşa edilmeye çalışılmış ancak çoğunlukla Hanya' nın coğrafi özelliklerinden olsa gerek her seferinde başarısızlıkla sonuçlanmış. Cenevizlilerin 1302 yılında hazırladıkları plan 1320-1356 yılları arasında inşa edilmiş ancak sert kuzey rüzgarlarına karşı gemilere yeterince koruma sağlayamaması sebebiyle 16. yüzyılın ortalarına kadar kullanılamamış. Bu dönemde şehrin yönetimini alan Venedikliler limanı doğa koşullarına göre yeniden tasarlayarak limanı kullanılabilir hale getirmişler. 1645 yılında Girit Osmanlı hakimiyetine girince ne hikmetse limanın bakımı durdurulmuş, belli bir süre sonra da limanın kullanımı durdurulmuştur.




Hanya kordon boyu...




Yalı Camii... (Küçük Hasan Paşa Camii)





Faytonlar müşterilerini bekliyor... 


 

Venedik Limanı...



Arka sokaklar... 







Ara sokaklar çok hoş... 




İsodia Katedrali 



Venedik Feneri... 


Hanya' da denizin kenarındaki turumuzu tamamladıktan sonra ara sokaklarına giriyoruz. Venedik hakimiyetinde kaldığı yıllardan olsa gerek sokaklar daracık ve doğal bir İtalyan etkisi yaratıyor. Bu sokaklardaki binaların kimi dükkan, hediyelik eşya, kimi kafe, kimi de küçük otel tarzında işletiliyor. Keyifli bir zaman geçiriyoruz. sonra tekrar deniz kıyısına dönüp zamanında nice savaşların yaşandığı bu limana karşı iki kadeh kırmızı şarabımızı eşimle birlikte yudumluyoruz. Ayaklarımızın dibine kadar gelen güvercinlerimizi de besleyerek bu anın tadını çıkartıyoruz... 


 


Hanya limanına karşı şarap...





Güvercinlerimiz...


Zamanı ekonomik kullanmak ve günlük planımıza uymak için doyamadan ayrılıyoruz Hanya' dan. 

Resmo' ya giderken yolda çok methedilen Kournas gölünü ziyaret edeceğiz. Hanya ile Kournas Gölü arası 45 km. Yol bir müddet içerilere doğru giriyor ve stabilize hale geliyor. Aşağı yukarı 45 dakika sonra orada oluyoruz. Arabamızı "Free parking before lake" yani "Gölden önce son ücretsiz otopark" tabelasını gördüğümüz park alanına park ediyoruz. Parkın hemen yanında da salaş bir restoran var. Belki dönüşte soğuk bir bira içebiliriz diye düşünüyorum. Göle kadar biraz yürüyoruz. Göle geldiğimizde arabayı bıraktığımız yerin hiç de son free parking olmadığını anlıyoruz, göle kadar gelebilirmişiz arabayla. Uyanık restoran sahibinin çakallığı!... Biraz bize çekmişler yani... Havanın sıcak olması ve boşu boşuna bu sıcakta yürümüş olmanın, dahası aldatılmış olmanın kızgınlığı ile o restoran sahibine 1 Euro bile kazandırmamak için soğuk bira fikrimi erteliyorum. Göle gelince, öyle abartıldığı gibi matah bir şey değil Türkiye' de çok daha mükemmelleri mevcut. Kenarda güneşlenenler ve bir kaç deniz bisikleti var. Çok hoşumuza gitmiyor açıkçası, bir iki fotoğraf alıp dönüyoruz.







Kournas Gölü... 


RETYHMO veya RESMO:



Göl tercihi yaparak zamanı doğru kullanamadığımız için Resmo' daki harcayacağımız vaktimizi kısaltmaması için yol üzerinde yine uğramayı düşündüğümüz Georgioupoli sahil kasabasını es geçiyoruz. 

Resmo' ya 25 km yolumuz var. Yaklaşık yarım saat sonra oradayız... Arabamızı ücretli bir otoparka park ediyoruz. (5 Euro) 

Resmo sokaklarına girdiğimizde burası bana Hanya'dan daha güzelmiş gibi geliyor. Ara sokaklardan şehrin merkezine doğru ilerlerken bu düşüncemin doğru olduğu fikri daha da olgunlaşıyor. Eşime soruyorum o da benimle aynı fikirde olduğunu belirtiyor. Sokaklardaki biraz İtalyan biraz Bozcaada - Rum evleri, Rum sokakları havası bizim daha hoşumuza gidiyor. Hanya' da o atmosferi yakalayamamıştım, belki çok kalabalık ve sıcak olmasının da etkisi vardı. Ama burası çok hoşumuza gidiyor.




                                           


              





Dar sokaklar, evler ve Bozcaada etkisi

Ara sokaklardan denize doğru ilerledikçe kalabalık artıyor. Önce sahili dolaşıyoruz, sonra çok güzel bir limana geliyoruz. Burası Eski Liman. Etrafta sağlı sollu şık restoranlar var. Hatta o kadar hoşumuza gidiyor ki keşke bir gece burada kalsaydık da şu ortamda Uzolarımızı yudumlayıp balığımızı yeseydik diye düşünüyoruz. Ama araba kullanacağımız için bu hevesimizi Hersonissos' a otelimizin yakınındaki bir restorana erteliyoruz.




Resmo Sahil...





Eski Liman' da restoranlar... 

Yürüyüşümüze devam edip meydana şehrin tam kalbine geliyoruz. Burada 1626 yılında Venedik Valisi Rimondi tarafından yaptırılan "Rimondi Çeşmesi" bulunuyor. Çeşme 4 adet Korint sütunu ile desteklenmiş, bir de büyük kemeri bulunmakta. Sular aslan kabartmalarının ağızlarından akıyor. Ortadaki aslanın üstünde ise Venedik Armasını görebiliyorsunuz. Çeşmenin etrafı çok kalabalık. Güzel bir karede tüm çeşmeyi yakalamak istiyorum. Ancak tur rehberleri çeşmenin önünde o kadar uzun kalıyorlar ki etraflarındaki insanlar yüzünden tek seferde tüm çeşmeyi istediğim gibi fotoğraflayamıyorum. O yüzden bir kaç açıdan uygun fotoğraf çekmeye çalıştım. 












Rimondi Çeşmesi...

Otelimize dönüp arabayı Rent a Car firmasına telim ediyorum. Yarın dönüş günümüz ve Heraklion' da olacağımız ve havaalanına da tur otobüsümüz ile gideceğimiz için arabaya ihtiyacımız olmayacak. Duş ve kıyafet değişimini takiben gündüz Resmo' da Eski Liman' da gerçekleştiremediğimiz Uzo-Balık resitalimizi gerçekleştirmek üzere ilk akşam gitmiş olduğumuz ve çok da memnun kaldığımız Petalina Restoran' a gidiyoruz. Nikos yine bizi güler yüzüyle karşılıyor. Greek salat, cacıki, fava, kabak çiçeği dolması, girit ezmesi, patlıcan salatası, kalamari ve barbun ile yanında bu sefer Mavi Barbayanni Uzo derken yorulduğumuzu iyice hissediyoruz. Hesap yine çok hesaplı geliyor. (47 Euro) Nikos kahvelerimizi getirdiğinde ise bizim gözlerimiz neredeyse kapanacak. Otelimize dönüp Girit' teki son gecemizde uykuya dalıyoruz.

Son günümüzde bir plan yok, adada görülebilecek her yeri gördük. Bugün kahvaltı sonrası otobüs ile Heraklion' a geçeceğiz. Biraz şehir merkezi, biraz da Venedik limanında dolaşıp tur ile buluşacağız ve havaalanına transfer. Tur ile buluşma saatimiz 17:00 Uçağımız 20:30' da. Gün içerisinde rehberimiz telefon ile arayıp buluşma saatini 16:00' ya çektiklerini söylüyor. Bir çok turun aynı anda dönmesi sebebi ile havaalanında yoğunluk olabilir endişesi ile bu kararı almışlar.

Kahvaltıdan sonra hemen otelimizin karşısındaki duraktan otobüsün geçtiğini görüyorum. Yetişmemiz mümkün değil, gidiyor tabii. Durağa geldiğimizde bir sonraki otobüsün yarım saat sonra olduğunu görüyoruz. Durağın arkasındaki kafeye oturup birer sade kahve söylüyoruz. Neyse ki 2 dk gecikme ile geliyor. Yaklaşık 20 - 25 dk sonra Heraklion' dayız. İlk gün kargaşa ile gezemediğimiz yerleri geziyoruz. Sonra "25 Ağustos caddesi" caddesinde dolaşıyoruz biraz da. Bu arada yorulup banklara oturunca ücretsiz Wi-Fi yakalayıp biraz internet ihtiyacımızı gideriyoruz. Sonra caddenin sonundan denize doğru inip Venedik Limanına doğru ilerliyoruz. Hava biraz rüzgarlı, deniz dalgalı. Limanın korunaklı tarafından kale tarafına doğru ilerledikçe rüzgar uçuruyor, dalgalar neredeyse ıslatıyor...




Venedik Limanı içi...




Venedik Limanı dışı...

Biraz hüzün, biraz yorgunluk ile Girit maceramız başladığı yerde yani Heraklion havaalanında bitiyor. Turda Girit' te atalarını arayan bir çok insan vardı. Bir iz, bir ışık bulabilmiş olmaları dileğiyle uçağımıza binip sırtımı koltuğuma yaslıyorum...

Seyahatiniz bol, yolunuz açık olsun…